"Yaralı Bir Şehrin Sessiz Çığlığı" (Damla Kudret)

"Yaralı Bir Şehrin Sessiz Çığlığı" (Damla Kudret) Hatırlarsınız, iki yıl önce yalnızca binalarımızı değil, kalplerimizi de yerle bir eden büyük bir felaket yaşadık. Bu acının izlerini hâlâ taşıyor, yıkıntılar arasında yaşamaya çalışıyoruz. Bugün bu konuyu yeniden gündeme getirmek istemezdim. Ancak sormadan da edemiyorum: Geride bıraktığımız bu iki yıl içinde gerçekten bir şeyler değişti mi? Ne yazık ki, hayır. Hatta bazı göstergeler daha da zor günlerin kapıda olduğunu işaret ediyor. Bilimin rehberliğinde baktığımızda, sadece doğa olaylarının değil, insan eliyle tetiklenen felaketlerin de giderek arttığını görüyoruz. Aşağıda paylaşacağım birkaç gözlem bile, içinde bulunduğumuz tabloyu anlamak için yeterli olacaktır. Hatay; tarihiyle, kültürüyle, medeniyetlerin buluştuğu o eşsiz dokusuyla yalnızca biz Hataylıların değil, yolu buraya düşen herkesin hayran kaldığı bir şehir. Ancak bu büyüleyici coğrafya, yalnızca güzellikleriyle değil; karşı karşıya olduğu tehditlerle de konuşulmalı artık. Önce deprem… Hâlâ çözülememiş enkazların gölgesinde yaşıyoruz. Ardından gelen altyapı krizleri; elektrik, su ve temel yaşam kaynaklarına erişimde yaşanan sıkıntılar. Ve şimdi—yeni bir kabus: orman yangınları. Bir kıvılcım… Belki de sadece yere atılmış küçücük bir cam parçası… Bir anda binlerce ağacın, yüzlerce canlının sonunu hazırlayabiliyor. Ekolojik olarak baktığımızda her yangın; toprağın canlılığını kaybetmesi, su döngüsünün bozulması, yerel iklimin değişmesi ve biyoçeşitliliğin yok olması demektir. Ama mesele yalnızca bilimsel kayıplarla sınırlı değil… Bu yangınlar, dedemizin ektiği zeytin ağacını, teyzemizin büyüttüğü keçiyi, kardeşimizin koştuğu ormanı da alıp götürüyor. Gözlerimizin önünde yanan sadece doğa değil; geçim kaynaklarımız, hayallerimiz, inşa etmeye çalıştığımız umutlar da kül oluyor. Depremden sonra zar zor kurduğumuz barınaklar, bir anda alevlere teslim oluyor. İçlerinde yaşlılarımız, hastalarımız, engelli kardeşlerimiz varken… Bir yanda sağlık görevlileri, itfaiyeciler, gönüllüler… Uykusuz, yorgun ama yine de mücadele ediyorlar. Bir yanda ise omzunda artık ceset değil, canı gibi sevdiği hayvanların cansız bedenini taşıyan insanlar var. Elektriksizliğe, susuzluğa bir şekilde katlanıyoruz. Ama çaresizliğe katlanamıyoruz. Çünkü zaman daralıyor. Eğer harekete geçmezsek, bir buçuk ay sonra yeniden o acı dolu günlere dönebiliriz. Her yanan ağaç, kaybolan bir canlı, aslında bizim de içimizde bir şeyleri alıp götürüyor. Ümidimiz azalsa da, halk olarak direniyoruz. Ama şunu da biliyoruz: Bizim çabamız, tek başına yeterli değil. Tıpkı depremin ilk günlerinde olduğu gibi, bugün de yardımlarınıza ihtiyacımız var. Yalnızca fiziksel değil; bilimsel, teknik ve moral desteklere… Sesimizi duymanızı istiyoruz. Duyanların da duyurmalarını… Çünkü Hatay bir şehirden fazlasıdır. Hatay; bir hafızadır, bir tarihtir, bir yaşam alanıdır. Ve hiçbir hafıza, bu kadar kolay silinmeyi hak etmez. Yalnızca bugünü kurtarmak değil, yarını inşa etmek için de buradayız. Ama birlikte olursak…